İstanbul... Sayfalara, ciltlere sığmayan ama Şehir Hatları vapurunda içilen bir bardak çayda kendini anlatan...
Bir şehir midir, yoksa tarihin bir arenası mı? Bir efsane midir, yoksa bir masal mı? Kesin olan şu ki değişimin kentidir ve zıtlıkların uyumudur.
Avrupa’dır İstanbul ve Asya’dır. Kuzeyde Karadeniz, güneyde Marmara ve ikisinin arasında doyulmaz güzelliği ile Boğaz’dır. Dünyanın en eski şehirlerinden biri ve her gün biraz daha büyüyen modern metropoldür. Günün her saati, her biri farklı bir yöne koşuşturan insan kalabalığıdır ve o kalabalığı biraz hüzünle ama gururla ve sabit durmanın keyfiyle seyreden; kiliseden, camiye, çeşmeden hamama, saraylardan ahşap konaklara, kiminin yaşı binleri aşan büyüklü küçüklü sayısız eserdir.
İmparatorların şehridir; Roma’dır, Bizans’tır, Osmanlı İmparatorluğu’dur ve Türkiye’nin ta kendisidir.
Topkapı Sarayı, Ayasofya, Sultanahmet, Çemberlitaş, Yerebatan Sarnıcı, Galata Kulesi, Süleymaniye, Kız Kulesi, Kapalıçarşı’dır. Dolmabahçe Sarayı’dır; Beyoğlu, Hisar, Adalar, Moda’dır.
Yeşilin ve mavinin en güzeli ondadır; eğlence, alışveriş, kültür, sanat, hareket, hayat onun sokaklarında saklıdır.
Gündüzü ayrı alem, gecesi ayrı alemdir.
Boğaz’da erguvan, Emirgan’da laledir; güzeldir İstanbul!