Kıbrıs’ın kalbi Lefkoşa, ikiye bölünmüş bir başkent... Bir tarafı Türk, bir tarafı Rum Lefkoşa... Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ve aynı zamanda Kıbrıs Rum Kesimi’nin başkentliğini yapan Lefkoşa büyük bir tarihi geçmişe sahip... Antik çağdaki adıyla Ledra...
Binlerce yıl geriye giden bir yerleşim yeri olan Lefkoşa, Roma ve Bizans dönemlerinin ardından Haçlı Seferleri ile başlayan farklı bir döneme şahit olur. Kral Aslan Yürekli Rişar’ın, Templier Tarikatı Şövalyelerinin ve Lüzinyan Krallığı’nın egemenliğini yaşar; Venedik, ardından Osmanlı hakimiyetini görür ve nihayetinde adanın tümüyle beraber bir İngiliz kolonisi haline gelir. Sonrasında bağımsız Kıbrıs’ın oluşumu, acılı bir parçalanma süreci ve 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile şehrin ikiye, hatta daha sonrasında Birleşmiş Milletler Barış Gücü bölgesi de dikkate alınırsa üçe bölünmesi gelir.
Şehrin etrafı, Venedik Dönemi’nde dairesel bir planla birbirine bağlı, ok şeklinde tasarlanmış on bir burç ve üç anıtsal kapıdan oluşan tarihi surlarla çevrilir. Bugün bu anıtsal kapılardan Girne Kapısı ve burçlardan beşi Türk sınırları içinde bulunmakta.
Lefkoşa’da Venedik Sütunu, Arabahmatpaşa Camii, Selimiye Camii, Bedesten, Büyük Han, Girne Kapısı, Mevlevi Tekkesi, Haydarpaşa Camii, Kumarcılar Hanı, Derviş Paşa Konağı önemli tarihi yapı veya alanlardır.
Bir kültür şehri, bir tarih şehri, bir liman kenti, bir üniversite kenti, özel bir kent Gazimağusa. Nice uygarlığın iz bıraktığı, Akdeniz güneşinin üzerinde parıldadığı bir kent... Haçlı seferleri ile gelip vaktiyle burada bir krallık kuran Batılılar için Famagusta, Rumlar için Ammohostos, Türkler için Mağusa...
Mağusa’da bulunan bugünkü Salamis Antik Kenti, Bronz Çağ sonlarında kurulan Kıbrıs’ın ve dünyanın en eski kent merkezlerinden biri. Mağusa adını Salamis’in kuruluşuna değil ama M.S. 647’de Araplar tarafından yakılıp yıkılmasına borçlu. Salamis’ten göç eden halk, yeni yerleşim yerlerine “kumda saklı” anlamına gelen Ammohostos adını verir. Arapların onları bulamaması umuduyla verilmiştir bu isim. Ortaçağ’da adaya Frenklerin gelmesiyle Ammohostos, Latin dilindeki versiyonu olan Famagusta’ya ve daha sonra Türk hakimiyetinde bugünkü Mağusa’ya dönüşür. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ardından Gazimağusa olur, kentin adı...
Tarihi şehri çevreleyen Venedik surları, sur içinde kenti fetheden Osmanlı Generali Lala Mustafa Paşa’nın adıyla anılan camii, şehrin silüetini oluşturuyor. Bir minare eklenerek camiye dönüştürülen yapı, Aya Nikola adıyla 14.yy başlarında inşa edilmiş bir gotik katedral. Şehrin tarihinde önemli bir yeri olan Lüzinyan Kralları Kudüs Haçlı Devleti Kralı olarak bu katedralde taçlandırılmış.
Biri Türk, biri İngiliz iki büyük edebiyatçı kentte önemli bir iz bırakmış. Biri bir müddet bu kente sürgün edilen Vatan Şairi Namık Kemal... Büyük İngiliz şair William Sheakspeare, adaya bizzat gelerek iz bırakmamış ama ölümsüz eseri Othello’nun bir bölümü Kıbrıs’ta geçtiği ve Othello karakterinin Kıbrıs’ta görev yapmış Christoforo Moro’dan esinlenildiği düşünülerek şehrin iç kalesi Othello Kalesi olarak anılır olmuş.
İlk hristiyanlardan, Salamis’te doğduğuna inanılan Aziz Barnabas adına yapılmış katedral Hristiyan ziyaretçiler için büyük önem taşır. Rivayete göre Barnabas, Aziz Pavlus ile birlikte adaya gelerek Romalı General Paphos’un hristiyanlığı kabulünü sağlar ve adaya bir sonraki gelişinde hristiyanlığı yaymaya çalıştığı için taşlanarak öldürülür. Manastırın, ölümünden 432 yıl sonra, gömüldüğü yerin bulunmasıyla aynı yere inşa edildiği söylenmektedir.
Bu kısa liste dahi kentin ne zengin bir tarihi geçmişe sahip olduğunu ortaya koyuyor. Doğrusu, Gazimağusa daha pek çok tarihi, kültürel, doğal zenginliği bünyesinde barındırıyor.
Girne, tarihi bir liman kenti... Bu güzel kent, öyle sıcak ve cezbedici ki Kıbrıs’ın turizm merkezi olmasını anlamak hiç güç değil. Kuzeyi Akdeniz suları, güneyi Girne Dağları ile çevrili olan kent Kıbrıs’ın incisi olarak nitelendiriliyor.
Akalar tarafından kurulduğu sanılan kentin simgesi, at nalı şeklindeki limanın yanı başında yer alan dörtgen planlı tarihi kale... Bizans Dönemi’nde inşa edildiği tahmin edilen kale, Lüzinyan ve ardından Venedik Dönemi’nde bazı ilavelerle günümüze kadar ulaşmış. Tarihi kale, 1570’de savaşmadan Osmanlı’ya teslim olmuş. Bugün çağdaş müzecilik anlayışı ile sergiye açılan kalede Venedik Kulesi, Lüzinyan Kulesi, Neolitik Yer Canlandırması, Aziz George Şapeli gibi birden çok bölüm bulunuyor. M.Ö. 300 yılından kalan, 2300 yıllık, dünyanın en eski batık gemilerinden biri de kalede Batık Gemi Müzesi’nde sergileniyor.
Tarihi Girne Limanı, midesine düşkünler için güzel lokantaları, barları, kafeleri ile kentin en eğlenceli bölgesi. Zaten pek çok eğlence yeri ve casinolar sayesinde Girne’de eğlence arayanların hayal kırıklığına uğramayacağı muhakkak.
Girne tarihi liman dışında çevredeki birbirinden güzel tarihi yapılarla da göz dolduruyor. Görkemli Bellapais Manastırı, yüzlerce metre yükseklikteki St. Hilarion ve Buffavento Kaleleri, Antiphonitis Manastırı bunlardan bazıları...
Kıbrıs’ın doğal güzelliklerine de Girne’de şahit olmak mümkün: nadide Kıbrıs orkidelerini görmek için Alevkayası Bölgesi; sevimli deniz kaplumbağaları caretta caretta ve yeşil kaplumbağaları gözlemlemek için Alagadi Sahili.
Girne, turkuaz renkli sulara bakarak türk kahvesini yudumlayıp tembelliğin keyfini çıkarmak isteyenler için ideal bir şehirken, hareketten hoşlananlar için de bisikleten golfe, su altı dalıştan hiking’e pek çok farklı imkan sunuyor. Deniz, güneş, kum da bunlara ekleniyor.
Girne, anlatmakla bitmiyor; yaşamak gerek!