Avusturya’nın başkenti ve Avrupa’nın sanat başkentlerinden biri olan Viyana, kıtanın en görmüş geçirmiş kentlerinden biri olsa gerektir. Yine de hala genç ve hala güzeldir. Viyana pek çok özelliğini zengin tarihi geçmişine borçludur. Bu şehir, 1558’den 1806’ya kadar Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun yönetim merkezi ve daha sonra 1918’e dek yaşamını devam ettirecek olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun başkentidir. Osmanlı İmparatorluğu, biri 1522’de, diğeri 1683’de iki kez dayanmıştır parıltılı şehrin kapılarına.
Kentin tarihi, ünlü emperyal aile Habsburg’ların hanedanlık tarihiyle adeta özdeşleşmiştir. İmparatorluğun 1. Dünya Savaşı’nın ardından bölünmesi ve nihayetinde Nazi egemenliği gibi zor ve karanlık günlerden de geçmiştir bu şehir.
Ancak sonunda tarihin tünelinden sağlıkla ve esenlikle çıkmayı başarmıştır, Viyana. Bugün sıklıkla Avrupa’nın en yaşanabilir kentlerinden biri olduğu dile getirilir. Hatta bu özelliği uluslararası kurumlarca birkaç kez tescillenmiştir. Sessiz, sakin, ulaşımı kolay ve canlı, zengin, sanatla içiçe yaşayan bir şehirdir; öyleyse şaşacak bir şey yoktur bunda...
İnnere Stadt adı verilen tarihi bölgede çarpıcı görünümüyle gotik katedral Stephansdom, İmparatorluk Sarayı Hofburg, ünlü Burgtheater, Stadtpark, Staatsoper, ünlü bestecinin evi Mozarthaus, müzeler ve daha pek çok gezilecek yerle beraber zamanın nasıl geçtiği anlaşılmaz. Yorgunluklar nefis kahve ve tatlılarıyla yüzyıllık zarif kahvelerde atılır. Sırada Schönbrunn ve Belvedere Sarayları beklemektedir.
Şüphesiz Viyana, valsin ve klasik müziğin, Mozart’ın, Klimt’in, Johann Strauss’un, hatırası taptaze İmparatoriçe “Sisi” Elizabeth’in kenti, her yıl milyonların görmeye koştuğu kent, ufkunuzu genişletecek daha nice hazine barındırmakta.
Avusturya’nın Steiermark eyaletinin başkenti ve ülkenin ikinci büyük kenti olan Graz, Mur Nehri kıyısında yemyeşil bir kent. Esasen Steiermark için “Avusturya’nın yeşil kalbi” nitelemesi kullanılıyor. Alplerin eteklerinde yer alan kent, bölgeyi gezmek için bir üs olarak düşünülebilir.
Graz, merak edenlere ilginç sırlarını açmaktan çekinmiyor. Şehirde yaşayan hemen herkesin bildiği sırlar bunlar ve arayıp bulmaya değerler. İşte Graz’ın sırları:
Graz’ın tarihi şehir merkezine tepeden bakan ve vaktiyle bir kaleyle tahkim edilmiş olduğu sanılan Schlossberg bunlardan biri... Bu yeşil küçük tepe, kendisi de görünümü ile şehre bir fark katıyor. Şehrin sembollerinden Uhrtrum saat kulesi de burada ve Schlossberg’in altında İkinci Dünya Savaşı’nda sivilleri bombardımanlara koruma amacıyla yapılmış bir tünel sistemi mevcut. Tünel sisteminin en azından bir kısmı bugün de kullanıma açık.
Tarihi şehir merkezi, UNESCO Dünya Mirası listesinin bir parçası. Merkezde bulunmayan ama aynı listeye dahil edilmiş, bir tarihi bina var ki o da Eggenberg Sarayı... Onunla beraber ikinci bir bina, Kunsthaus (Sanat Galerisi) Graz için şöyle mırıldanmanıza neden oluyor:
“Geçmişini koruyan ama geleceği hayal eden bir kent!”
Eggenberg Sarayı’nın sırrı şurada: Gregoryen takvimine göre inşa edilmiş. 365 penceresi, her katta 31 odası, ikinci katta halka şeklinde yerleştirilmiş 24 oda ve ana girişte bulunan 52 pencere, sarayın dört kulesi, sırasıyla yılın 365 gününü, bir aydaki en fazla gün sayısını, bir gün içindeki saat sayısını, yılın 52 haftasını ve dört mevsimi simgeler. Kunsthaus’a gelirsek şaşırtıcı modern mimarisi ile bu mavi bina görenleri şaşırtır ve bünyesindeki çağdaş sanat örnekleri de bugünün ve yarının yaratıcı dünyasına ışık tutar.
Çocuklar için açılmış FRida & freD müzesi, çocukluğu Graz’da geçen Arnold Schwarzenegger’in yaşamından bir kesit sunan adına açılmış müze, yine Graz yakınlarında koyu renklerde, bazen siyah olarak dünyaya gelip büyüdükçe beyaza yakın bir griye dönüşen Lippizaner atları, şarap bağları ...
Ne dersiniz, Graz bir masal diyarına benzemiyor mu?
Salzburg’la özdeşleşen bir isim var ki, o da büyük besteci Wolfgang Amadeus Mozart. Bu dahi müzik adamı, kuzeybatı Avusturya’da Salzach Nehri’nin kıyısında, Almanya sınırına yakın bir noktada kurulmuş olan bu güzel kentte dünyaya gelmiş. Mozart’ın ayak izlerini aramak isteyenler işe Gertreidegasse’de No.9’da onun doğduğu evden başlayabilir. Sonrasında şehrin her noktasında ondan bir ize, bir heykele, adını taşıyan bir mekana rastlayacaklar. Doğum günü olan 27 Ocak ve yakın tarihlerde düzenlenen Mozart haftasında, elinden çıkmış eşsiz notalar şehirde yankılanırken Sazlburg’da olmak da ayrı bir zevk.
Salzburg güzel bir kent; güzel olduğu kadar tarihi, tarihi olduğu kadar da bir sanat kenti. Dünyaca ünlü Salzburg Festivali dahi burayı bir sanat şehri yapmaya yeterli. 1920’den bu yana her yaz gerçekleştirilen festivalde, tüm şehir bir sahne havasına bürünür; dünyaca ünlü sanatçılar bu sahnede yerini alır. Şehrin nüfusu sanatseverlerle katlanır.
Sinema dünyasının en başarılı ve renkli filmlerinden birinin öyküsünün doğum yeridir Salzburg. Türkiye’de Neşeli Günler adıyla gösterilen, Julie Andrews ve Christopher Plummer’ın başrollerini paylaştığı ‘Sound of Music’ filmi Salzburg’da çekilmiştir. Bir Amerikan yapımı olan bu filmin neden burada çekildiği sorusunun cevabı ise filmin hikayesinin gerçek bir öyküye dayanmasıdır. Avusturya’lı von Trapp ailesinin hikayesine dayanan film tüm zamanların en sevilen filmlerinden biri olmuştur. Filmin çekildiği mekanlar, başta ailenin bugün hotel olan ikametgahı ziyaret, Salzburg’a özel bir tur programı oluşturur.
Salzburg’dan bahsetmeye daha yeni başladık. Daha olağanüstü mimarisiyle UNESCO Dünya mirası listesinde yer alan tarihi şehir merkezinden, heybetli Hohensalzburg Kalesi’nden, hayranlık uyandıran Salzburg Katedrali’nden, fıskiyeleri ile şaşırtıcı su oyunları sergileyip gezenleri neşeye boğan Hellbrun Sarayı’ndan bahsedemedik bile ...
Salzburg’u görmeyi arzu etmek için daha sayısız neden var.